top of page

how I ate the world

Son Yayınlar / Recent Posts
Arşiv / Archive

Günlere sığdıramadığım şehir; Barcelona

Tatilinde ne arıyorsun sevgili okuyucum? Deniz, ılıman hava, güzel yemek, mimari, tarih, sanat.... Hah, işte aradığın herşeyi bulabileceğin şehri anlatmaya geldim. Bu arada sana, "3-4 gün Barselona için yeterli cınım" diyecek olan o arkadaşlarına sakın inanma, kıskançlıklarından öyle söylüyorlar. Kendileri tam olarak gezememiş ve hevesleri kursaklarında kalmış. Sen de onlar gibi "ama ben daha dönmeye hazır değilim" diye havaalanında ağla istiyorlar. (Ağlamadım işteee, alerjim var, gözlerim ondan sulandııııı!!!!!)

Şimdi sana şehri uzun uzun anlatmayacağım, aslında bunu çok istiyorum ama parmaklarım yorulur ve bilgisizliğim ortaya çıkar diye korkuyorum. Çünkü 4 günde Barselona'nın sadece bir kısmını keşfedebildim.

Mesela nerede kalınır diye sorarsan ben kendi kaldığım bölge olan Eixample'yi tavsiye edebilirim. Bu bölgede bir üniversitede olduğu için çok hareketli ve yemek konusunda herkese hitap ediyor. Zaten Barselona yemek konusunda herkese her daim hitap ediyor, "Ay bildiğin aç kaldık kardeş" diyen o komşuya kulak asma sen, onun ağzının tadı yok. Sant Marti ve Cuitat Vella da seni kesinlikle tatmin edecek yerlerden diğerleri.

Eğer benim gibi Eixample'de kaldıysan akşamlarını Rambla de Catalunya'da bir kahve içerek veya bir kadeh şarap eşliğinde geçirmek isteyebilirsin. (Ben yaptım, pişman değilim, yine gitsem yine yaparım) Sağlı sollu mağazaları gezebileceğin ve orta kısımdaki kafe ve restoranların masalarında dinlenebileceğin bu caddeyi görünce bayılacaksın.

İlk gece biraz yol yorgunluğu da olduğu için otel çevresinde kalmak istedik (zaten bütün Baeselona gezisi boyunca yorgunduk. Dedim sana yetmedi 4 gün sevgili okuyucum, yetmedi), az biraz araştırma yaparak bölgenin en iyi tapascılarından biri olan CUIDAD CONDAL'ı (Cuitat Comtal da yazıyor kapıda, hangi ismi beğenirsen o olsun misali) denemeye karar verdik. İyi ki de denemişiz. Aşağıda gördüğün fotoların hepsi oradan anacım, anca 5 parça yiyebildik ama diğerlerinde de gözum kalmadı değil. Bu hemen herşeyin yanında getirdikleri domatesli ekmekler bir harika, deniz ürünleri çok lezzetli, çalışanların hepsi İngilizce biliyor (zaten Barselona'da İngilizce sorunu hiç yaşamıyorsun) ve güleryüzlüler. Şarap, özellikle İspanya'nın Rioja şarabı..... bak kelimeler yetmedi. Bir tek şu aşağıdaki "bu da ne?" dediğin, kendisiyle Hong Kong'da ilk defa temas ettiğim ve bir türlü cesaret edip deneyemediğim "razor clam" adıyla hitap edilen yaratıkları hafif lastiğimsi dokusu nedeniyle pek sevmedim. Ama deniz ürünü salatası, kızarmış sardalya, (ki sardalya acayip seviyorlar, ekmeğin üstüne konserve sardalya, yeşil zeytin ve azıcık zeytinyağı en sevdikleri tapas türü) ve kuru etlerle hazırladıkları minik sandviçler bir harika dostum... Ayrıca çoğu restoran gibi akşam 8-9'dan sonra servise başlamaması da bence bir artısı.

Bildiğin gibi Barselona'da gezilecek ve görülecek çok yer var. Eğer benim gibi turla gelmemişsen, Plaça de Catalunya'dan sabah 8'den itibaren her 10-15 dakikada bir kalkan Hop On-Hop Of otobüslerle kafana göre gezebilirsin. Sana SAGRADA FAMILIA CATHEDRAL'a uğramalısın demeyeceğim, biliyorum ki bu bitmeyen kiliseyi ve Barselona'nın mimarisinde önemli bir rolü olan Gaudi'yi çoktan duymuşsundur (nasıl kopya ama. Daha ne duruyorsun, aç akıllı telefonunu araştır). Saatler boyu bilet sırası beklemek istemiyorsan, otellerin çoğu internetten bilet konusunda yardımcı oluyorlar, 3-5 euro daha fazla ödüyorsun ama o kuyruğu görünce buna değdiğini anlayacaksın.

Bu başdöndürücü, baktığın her santimetre karesinde sanat şaheserleri olan kilise gerçekten insanı biraz sersemletiyor. Sürekli "acaba gözden kaçırdığım bir şey var mı?" diye tavan, duvar, pencere demeden, kendi etrafında döne döne şaşıbeş olduktan sonra çıkıp AVINGUDA GAUDI'de (yok anacım, Gaudi'nin eserleriyle dolu bir cadde değil, boşuna heveslenme) bir "churros" yemek seni kendine getirir. Kan şekerin düşmüştür diye çikolata sos da söyle, nefis oluyor öyle banıp banıp lüpletmek.

Benim tercihim olan XOCOLAT BOX'ın dondurmaları da enfesti. Hatta buradaki herşey pek bir güzeldi, oturup kendinizi tatlıya gömün, enerjiye ihtiyacınız var nasılsa.

Kaçırmaman lazım diyeceğim diğer durak, PARK GÜELL. Yine Gaudi'nin imzasıyla önemli hale gelmiş olan bu parka kadar bayağı yokuşlu bir yol yürümen gerekiyor, kendini hazırla. Tur otobüsleri, sokaklar çok dar olduğu için seni uzakta bir caddede bırakıyor ve yol, yön tarif etmiyor. Allah'tan şu akıllı telefonlar var da yol tarif ediyorlar. Yoksa sora sora Bağdat'ı bulacağım diye helak olacaktık.

İkinci gecemizde yine yorgunduk (dedim ya, burada rahat rahat dolaşmak istiyorsan en azından 1 hafta kalmalısın) ve yine yakınlarda bir restoran bulalım dedik. Muhteşem bir seçimle, biraz daha az turistin geldiği LA FLAUTA'yı denedik. Gerçekten mükemmeldi. Kapısında, hafta arası olduğu halde kuyruk oluşan bu restoran, en sevdiğim tapascı oldu. Aynı zamanda deniz ürünleri restoranı ama ben bu "little little in to the middle" olayının hastasıyım. Biraz kararsız olduğum için ve menülerde çoğunlukla 3-4 tane şeyi gözüme kestirip, karar verdiğimde hep diğerlerinde de aklım kaldığı için, ortaya karışık mantığı tam benlik.

Patatas Bravas, pattis sevenler için, hele de biranın yanına, olmazsa olmaz. Mevsimi olduğundan olsa gerek, yer gök bebek enginar, kimi kavuruyor, kimi haşlıyor, ama hepsi mükemmel oluyor. Ah o karidesler yok mu, karidesler, yeme de yanında yat... (ama ben yedim tabi ki, ne yatıcam yanında, deli miyim ben?). Veeee bebek kalamar kızartması, bizde ki bebek kalamarlar bunların yanında dede kalırlar, o kadar taze, körpe. E, bu kadar reklamını yaptım, kırma beni sevgili okuyucum, buraya bir uğra.

Görmen gereken yerler listesine BARRI GOTIC'i eklemeyi unutma. Gotik tarzda (hani şu sivri sivri, üstünde Gargoyle denen garip yaratıkların olduğu binalar. Eski ghostbusters seyredenler anladı beni) bir katedralin çevresinde şekillenmiş, daracık sokaklar, bol turist, kafeler, hediyelik eşyacılar vs ile donatılmış bölge, hem LA RAMBLA'ya (bizim İstiklal caddemiz gibi olan cadde) hem de gastronomi dünyasından herkesin Barselona'da kesinlikle uğradığı pazar olan LA BOQUERIA'ya yakınlığı da cabası.

La Boqueria'ya gelmişken ve onca yemeğin arasında dolaşırken, o zaten tıka basa tok olan karnınızın acıkması sizi hiç şaşırtmasın, her turistin başına geliyor, emin olun. Biz de İspanyolların rahatlığından etkilenmiş olmalıyız ki, sıra sıra yer bekleyenler kervanına katıldık ve gözümüze kestirdiğimiz BAR BOQUERIA'nın önünde beklemeye başladık. Ama burada turistler çok olduğu için olsa gerek, araya kaynak yapanları farkedince biz de "amaaaannn, bir daha hacı hacıyı Şam'da görür" diyerek, hesabı ödemeye hazırlanan bir çiftin sırtına yapışıp, kalkmaları için psikolojik baskıya başladık. Oturur oturmaz da sangriamızı söyledik. İçtiğim en güzel sangrialardan biri diyebilirim. Yemeklerle ilgili tek şikayetim olabilir, bizim gibi herşeyi "çok pişmiş" seven bir ırka göre yemeklerini, deniz ürünleri de dahil, biraz az pişmiş seviyorlar. Mesela resmini azzz sonraaa, başka bir yeri anlatırken paylaşacağım paellanın üstündeki karidesler neredeyse yürüyerek tavayı terkedecekti.

Burada dolaşırken alışveriş yapmamak gibi bir şansımız yoktu ama kendimizi kasıp ellerimizi doldurmamaya çabaladık. Çünkü bir sonraki durağımız Gaudi'nin eserlerinden olan CASA MILA'ydı.

Şimdi sevgili okuyucum seninle bir anlaşma yapalım; teeeee Barselonalara kadar gelmişsin, zaten bir miktar parayı gözden çıkarmışsın, 1906-1912 yıllarında yapılmış, bu Dünya harikası binayı gezmek için kenara 20 euro ayır. Pahalı mı? Evet, biraz pahalı, ama bana güven, o çatı katını görünce "yahu, iyi ki dinlemişim canım bloggerımı (hee, canın bloggerın tabi, ya ne olacaktı?)" diyeceksin.

. "Nerede paella, nerede?" diyenler, yedim. Senden saklamayacağım ben risottoyu her zaman tercih ederim, paellanın pek hayranı değilim. Burada da fikrim değişmedi. Güzeldi, ama yemesem özlemem.

O çok sevdiğim Rambla da Catalunya'da, pek bir sevimli görünen CACHITOS'ta paella yedik ama tavsiye etmeyeceğim bir tecrübe oldu. O kadar yemeğin arasından beni hayal kırıklığına uğratan tek yerdi, pirinç fazla pişmiş, tavada ince bir kat olduğu için tıkır tıkır, karidesler de daha önce anlattığım gibi, "kalk gidelim" tarzındaydı.

Yurtdışında en büyük sorunumuz, kahvaltı. Ben bir fincan kahve ve kruvasanla idare edebilirim ama bünye yine de 3-5 gün sonra "yok mu kardeşim şöyle serpme, merpme bir şeyler" diyor tabi ki. Yok cınım, boşuna arama. Ya da ben bulamadım şimdiye kadar. Ama sana süper bir yer tavsiye edeceğim; BRUNCH&CAKE. Burası Joan Miro'nun elinden fırlamış (attım havamı di mi? Miro falan, kültür benim göbek adım bebişim) gibi, yemeye kıyamıyorsun.

.

Sabah 9'da açılan ve gün boyunca brunch menüsünü servis eden, en az 45 dakika beklemeden oturamayacağınız, yerken kendinizden geçeceğiniz (ben geçtim, hatta mabadımın üzerine zarif bir düşüş yaşadım. Neyse, bekleyenlere eğlence oldu) ve sipariş edemediğiniz her şeyin içinizde kalacağı bu kafeyi şiddetle (hmmm, şiddete karşıyım), hevesle tavsiye ediyorum.

Sevgili okuyucum, daha yazacak bir sürü yer olduğunu ben de biliyorum ama benim mide kapasitem/kalış sürem denklemim ancak bu kadarına izin verdi. Çoğu şey içimde kaldı mı? Evet, kaldı. Yine gidecek miyim? Evvet, ilk fırsatta. Mesela hayran olduğum Roca kardeşlerin restoranına gidemedim, rezervasyon yaptırmak için bekleme listesindeyim, 2018 şubat ayında kısmetse size yediklerimi yazarım :))))))

Hadi bize/size iyi gezmeler!!!!

Etiketlerle Ara / Search by Tags
Henüz etiket yok.
© 2016 by TWO FOODIES.
  • Facebook - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
bottom of page